Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

2026 Asgari Ücret Belirleme Sürecinde Güncel Gelişmeler ve Uzmanların Yorumları

2026 asgari ücret belirleme sürecindeki güncel gelişmeler ve uzman görüşleriyle ilgili kapsamlı bilgiler. İşte detaylar ve yorumlar.

2026 asgari ücret belirleme

Gelecek yılın asgari ücret görüşmeleri hızla yaklaşırken, çalışanlar ve işverenler Ankara’da yapılacak komisyondan çıkacak sonucu heyecanla bekliyor. Ekonomik politikalar ve enflasyon beklentileri doğrultusunda, net zam oranlarının yüzde 20-25 civarında olacağı öngörülüyor. Bu oranların altında kalması, işçi temsilcileri tarafından “sefalet ücreti” olarak eleştiriliyor. İşverenler ise artan maliyetler nedeniyle kaygılarını dile getiriyor. TÜRK-İŞ, komisyonun yapısında değişiklik yapılması konusunda hükümetten yanıt bekliyor, DİSK ise benzer biçimde asgari ücret politikaları ve taleplerini bugün kamuoyu ile paylaşacak.

Çalışma ekonomisi alanında uzman Prof. Aziz Çelik, Türkiye’de ekonomik büyümenin devam ettiği halde, çalışanların milli gelirden aldığı payın %80’den %43’e gerilemesini hatırlatıyor. Çelik’e göre, asgari ücret belirleme sürecinde en önemli sorun, bu ücretin nasıl ve hangi kurallara göre belirleneceği konusunda bağlayıcı herhangi bir standardın olmaması. Anayasal olarak ülkenin ekonomik durumu ve çalışanların geçim şartları esas alınmalı, ancak yasal ve ikincil mevzuatta bu konuda yetersizlikler nedeniyle hükümetin uygulamalarında keyfilik görülmekte. Çelik, ‘‘Yoksulluk sınırının yarısından az olmaması veya kişi başına gelirin dikkate alınması ve bu değerin %60-80 aralığında endekslenmesi gerektiğini savunuyor. Ona göre, 2026 yılı asgari ücreti yaklaşık 40-50 bin TL seviyesinde belirlenebilir ve bu, ekonomik büyüme ile uyumludur. Asgari ücret, işçiyi korumayı amaçlamalı ve ekonomik şartlar doğrultusunda, işletmelerin de karşılayabileceği seviyede olmalı. Franklin Roosevelt’in sözleriyle, sürdürülebilirlik için, varlığını işçiyi temel geçim sınırının altında ücretle sürdüren işletmenin faaliyet gösterme hakkı olmamalı.

YÖNTEMLERİ EMEĞE SALDIRI

Siyasal iktisatçı İnan Mutlu’ya göre, asgari ücretin şu anki seviyesinin yalnızca açlık sınırının %75’ine denk gelmesi, önümüzdeki dönemde ücretlere yönelik daha sert saldırıların habercisi. Kısa vadede, sermaye ve iktidarın kâr oranlarını artırma ve krizleri aşma adına çeşitli hamleler yaptığına işaret eden Mutlu, özellikle bölgesel asgari ücret ve kıdem tazminatı fonu gibi önerilere karşı çıkıyor. Bu önerilerin, aslında 2000’lerden beri Dünya Bankası’nın Türkiye’ye dayattığı yapısal reformların devamı olduğunu belirtiyor ve bu uygulamaların, özellikle düşük emek maliyetlerini teşvik ederek, ülkedeki gelir eşitsizliğini ve sosyal sorunları derinleştirmeyi amaçladığını vurguluyor.

Ekonomist Arda Tunca ise düşük ücret politikalarının ekonomiyi canlandırmadığını, aksine iç talebi zayıflattığını ve gelir dağılımını bozduğunu ifade ediyor. İşverenler için ise esas sorun maliyet değil, ekonomik ve politik belirsizlik olduğunu belirtiyor. Tunca’ya göre, siyasi istikrar ve toplumsal mutabakat olmadan sürdürülebilir bir büyüme sağlamak mümkün değil; krizler, emeğin yoksullaşmasıyla değil, gelirlerin adil paylaşımı ve güven ortamının tesis edilmesiyle aşılabilir.

YANLIŞ ANLAYIŞ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

İş dünyasının en önemli şikayetlerinden biri, artan asgari ücretlerin kendilerine maliyet açısından ağır gelmesi. İktisatçı Prof. Sinan Alçın, özellikle son dört yılda enerji maliyetleri ve baskılanan kurlar nedeniyle satışların daraldığından, işletmelerin kârlarında azalma yaşandığından bahsediyor. Artan enflasyon ve belirsizlik ortamı, işletmelerin kârlılıklarını olumsuz etkiliyor, hatta bazı büyük firmaların bilanço zararı yaşaması bunun göstergesi. Alçın’a göre, çözüm, ücret artışından çok, sürdürülebilir ve güven ortamı oluşturan politikalar geliştirilmesinde yatıyor. İşte bu nedenle, düşük ücret politikalarının, kısa vadeli çözümler değil, kalıcı ekonomik istikrar ve sürdürülebilirlik hedeflemeleri gerektiği sonucuna varılıyor.