Geçtiğimiz hafta kamuoyuna açıklanan 33 sayfalık Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi, ABD’nin uluslararası öncelikleri ve dış politika yaklaşımında köklü değişikliklere işaret ediyor. Bu strateji, geleneksel dış politika ilkelerinden uzaklaşılarak, Amerika’nın temel çıkarlarını ekonomik ve milliyetçi çıkarlar ekseninde yeniden şekillendiriyor. Belge, özellikle ekonomik güç ve ulusların üstünlüğü vurgusu yaparak, çok taraflı kurumlara olan güveni sorguluyor ve egemenliğin ön planda tutulduğunu gösteriyor.
BBC News muhabiri Tom Bateman, bu belgede Trump yönetiminin ideolojik bir eğilimle hareket ettiğini dile getiriyor. Belge, Rusya ve Çin gibi ülkeleri fazla eleştirmeden, daha çok geleneksel müttefikler ve diğer dünya güçleriyle ilişkilere yeniden bakış açısı sunuyor. Avrupa ülkeleri bu yeni stratejinin etkilerini yakından takip ediyor; çünkü belge, Avrupa’nın önümüzdeki 20 yıl içinde medeniyet değerleri ve çok taraflılık bağlamında ciddi risklerle karşı karşıya olduğunu öne sürüyor.
Avrupa’nın Güvenlik ve Kimlik Kaybı Endişeleri
Strateji, Avrupa’nın göç politikaları ve çok taraflı kurumlara yönelmesi nedeniyle ‘medeniyetin silinmesiyle’ yüz yüze kalacağı korkusunu besliyor. Avrupa liderleri ise, belgeyi gördüklerinde en azından bazılarını korkuya sevk eden ifadelerle karşı karşıya kalıyor. Bateman’a göre, Avrupa liderleri, bu stratejiyi ilk kez resmi bir politikada görüyor ve bu durum onların endişelerine yol açıyor. ABD-Avrupa ilişkilerinin dalgalanması, uzun zamandır devam eden bir durum olsa da, yeni stratejinin hayata geçirilmesiyle birlikte bu gerilimin daha da artabileceği mesajını veriyor.
Çok sayıda Avrupa lideri, ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in Münih Güvenlik Konferansı’ndaki sert açıklamaları ve liderlere yönelik suçlamalarını hatırlatırken, EU’nun Ukrayna savaşındaki konumu da stratejinin önemli bir parçasını oluşturuyor. Belgede, Avrupa’nın bölgedeki güç dinamikleri ve hedefleri yanlış anladığı savunuluyor; ABD’nin, diplomatik çabalarını bölgeyi istikrara kavuşturmak yerine farklı biçimlerde yönlendiriyor olabileceği öne sürülüyor. Avrupa, ABD tarafından Rusya ile ilişkilerin yeni bir dengede tutulması ve savaşın sonlandırılması yönünde çabalara rağmen, Washington’un bölgedeki stratejik tutumunu izliyor ve muhtemel gelişmelere dikkatle bakıyor.
Rusya ve Çin’e Yönelik Yaklaşımlar
Belge, Rusya’ya karşı tutumda büyük ölçüde dostane bir yaklaşım sergiliyor; Rusya Ulusal Güvenlik Stratejisi de benzer bir tutumla karşılık verdi ve bunun vizyonlarını büyük ölçüde yansıttığını belirtti. ABD’nin Çin’e karşı politikası ise, dolaylı yollardan Latin Amerika ve Karayipler üzerindeki etki alanını artırmak ve bölgedeki nüfuz mücadelesini güçlendirmek yönünde. Bu bölgedeki ekonomik ve stratejik hamleler, Washington’ın Çin’e alternatif güçler yaratma çabalarının bir parçası. Karayipler’de yapılan hava saldırıları ve Venezuela’da yeterince askeri varlık göstermesi, askeri güç kullanımı ve caydırıcılık stratejilerinin de stratejide önemli bir yer tuttuğuna işaret ediyor.
Küresel Güç Dengeleri ve ABD’nin Yeni Odakları
Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, sadece Avrupa ve Asya değil, aynı zamanda Amerika kıtasını da ABD dış politikasının temel alanı olarak ön plana çıkarıyor. Belgeye göre, Amerika’nın göç ve istikrar politikaları, bölgenin barış ve güvenliği için hayati önem taşıyor. Bu bağlamda, Başkan James Monroe’nin 19. yüzyıldaki “Amerika Önceliği” ilkesi, günümüzde de devam ettirilerek, bölgeye ilişkin ABD’nin başlıca politikası haline geliyor. Bateman’a göre, bu yaklaşım Çin’in Latin Amerika üzerindeki etkisini dengelemek ve bölgedeki Amerikan çıkarlarını korumak adına stratejik bir adım olarak görülüyor. Washington, bu bölgedeki güç dengelerini yeniden kurmaya ve bölgedeki ekonomik, askeri ve diplomatik varlığını artırmaya devam ediyor.
Stratejinin, askeri müdahale ve güç kullanımı gibi yöntemlerin yanı sıra, diplomatik girişimlerin ve ekonomik baskıların da kullanıldığı bir politika bütününü temsil ettiğine dikkat çekiliyor. Amerika’nın bu yeni yaklaşımları, hem Avrupa hem de diğer bölgelere dair gelenelemiş anlayışları köklü biçimde değiştirerek, uzun vadeli küresel güç dengelerinde yeni bir dönemi başlatıyor. Bu gelişmeler, Washington ile müttefikler arasındaki ilişkilerin yönünü ve dünyanın yeni siyasi yapısını şekillendirmeye devam edecektir.
