Son yıllarda Türkiye’nin nüfus artış hızında belirgin bir yavaşlama gözlemleniyor. Bu eğilim, ülkenin demografik yapısında köklü ve sürdürülebilir değişikliklerin kapıda olduğunu düşündürüyor. Uzmanlar, doğurganlık oranlarındaki azalmanın sadece nüfus artışını yavaşlatmakla kalmayıp, uzun vadede iş gücü kaybı, sosyal güvenlik sistemlerinin zorlanması ve sağlıkta maliyet artışları gibi ciddi sosyoekonomik sorunlara zemin hazırlayabileceğine dikkat çekiyor.
Erdoğan “FELAKETİ YAŞIYORUZ” demişti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, katıldığı Aile ve Kültür-Sanat Sempozyumu’nda yaptığı konuşmada, doğurganlık hızındaki düşüşe vurgu yaparak, “Geçen yıl toplam doğurganlık hızı 1,48. Çok ciddi bir felaket yaşıyoruz” ifadelerini kullanmıştı. Bu tartışma, ülke genelinde doğurganlık ve demografik yapı ile ilgili önemli bir uyarı niteliğinde.
2024 yılı verilerine göre düşüş devam ediyor. TÜİK’in araştırmalarına göre, 2001 yılında 2,38 olan toplam doğurganlık hızı, 2014’ten itibaren sürekli olarak azalmaya başladı. 2014’te 2,19 seviyesinde olan bu oran, 2015’te 2,16’ya, 2016’da 2,11’e, 2017’de 2,8’e ve 2018’de 2’ye geriledi. 2018’den sonra ise bu oran, 1,89’a (2019), 1,77’ye (2020), 1,71’e (2021), 1,63’e (2022), 1,51’e (2023) ve en son 2024’te 1,48’e kadar düştü. Bu göstergeler, ülkenin yenilenme seviyesinin çok altında kaldığını açıkça ortaya koyuyor.
Uzmanlar, bu olumsuz trendin devam etmesi halinde, Türkiye’nin Avrupa Birliği ortalaması bile altına düşebileceği uyarısında bulunuyorlar. TÜİK Başkan Yardımcısı Furkan Metin yaptığı açıklamada, doğurganlık hızının 1,4’e gerilemesiyle “yüksek alarm” seviyesine ulaşıldığını ifade etti.
Bakış açısını genişleten Metin, Türkiye’nin yaklaşık 25 yıl sonra “çok yaşlı ülkeler” kategorisine girebileceğini belirtti. Bu sürede, yaşlı nüfus oranının %25’e yaklaşması, mevcut sosyoekonomik yapıyı köklü biçimde etkileyebilir. Gelecek endişeleri arasında, orta yaşın hızla artması ve ülkenin gençlik enerjisinin azalması da bulunuyor.
Metin şu uyarıda bulunuyor: “Eğer doğurganlık hızındaki düşüş 10 yıl daha devam ederse, geri dönüşü olmayan noktalara ulaşabiliriz.” Bu durum, özellikle yaşlı nüfus oranındaki artışın, bakım ve sağlık hizmetleri gibi kritik alanlarda ciddi sorunlar yaratacağı anlamına geliyor. Ayrıca, sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilirliği ile ilgili endişeler de artıyor.
Nüfus yapısındaki değişimin sosyoekonomik etkileri
Metin, Türkiye’nin sezaryen doğum oranlarının dünya çapında ilk sırada olduğunu hatırlatarak, artık genç nüfusun doğum oranlarını artırmak için yeni politikaların şart olduğunu vurguluyor. Ayrıca, hem evlenme yaşlarının gecikmesi hem de çocuk sahibi olma oranlarının düşük olması, ileride yalnızlık ve yaşlılıkta yalnız yaşam riskiyle yüzleşilecek demektir.
İlerleyen yaşlarda aile bağlarının ve çocuk sahibi olmanın öneminin giderek daha çok anlaşıldığını, ancak mevcut yaşam tarzı ve tercihlerle bu hedeflere ulaşmanın zorlaştığını söylüyor. Ayrıca, kültürel ve yapısal değişimlerin elzem olduğunu, böylece nüfusun sağlıklı bir dengede tutulabileceğini belirtiyor.
Türkiye’nin artan yaşlanma trendi ve ileriye dönük değerlendirmeler
MSÜ Deniz Harp Okulu Dekanı Prof. Dr. Cemalettin Şahin, Türkiye’de nüfus krizinin yeni olmadığını, bu sorunun 20 yıldır devam ettiğini hatırlatıyor. Atatürk’ün 100 milyonluk Türkiye hayali ve 1930’larda uygulanan çeşitli teşvik politikalarının, doğurganlığı arttırma amacı güttüğünü de sözlerine ekliyor.
Şahin’in dikkat çektiği gibi, 1950’lerin sonunda nüfusu düşürmek için de çeşitli kampanyalar ve devlet politikaları devreye sokulmuştu. Bunlar, bilimsel ve yasal düzenlemelerle nüfusun planlanmasına yönelmiş, 1963’te hazırlanan rapor ve ardından çıkan Nüfus Planlaması Kanunu ile nüfus azaltıcı çalışmalar yapılmıştı. Bugün ise, geçmişin politikaları, mevcut koşullar karşısında yeniden gözden geçirilmek zorunda kalıyor.
Sosyoekonomik çözüm ve seferberlik çağrısı
Prof. Şahin, nüfus planlaması ve konut yapılarında köklü reformların gerekliliğine işaret ediyor. 1+1 ve 2+1 büyüklüğündeki evlerin çocuklar ve yeni aileler için uygun olmadığına dikkat çekiyor. Ayrıca, eğitim ve yaşam biçiminde yapılacak hızlı değişikliklerin, nüfus yapısını olumlu yönde etkileyebileceğini belirtiyor.
Ekonomik ve kültürel faktörlerin nüfus artışını olumsuz etkilediğine değinen Şahin, “Zengin ülkelerin nüfusu artmıyor, çünkü bu durum kültürel bir tercihtir. Türkiye’nin de, ilerleyen yıllarda yaşanacak sosyal ve ekonomik sıkıntıları aşmak için topyekun bir seferberlik şarttır” diyor ve ekliyor: “Gelecek açısından hazırlıklı olmamız gerekiyor. Aksi takdirde, hem nüfus hem de yaşam koşulları açısından ciddi krizlerle karşı karşıya kalabiliriz.”
